İsmail okulun yolunu tutunca bende Ahmet amcanın yanı başında bulunan Bamuns’lu İbrahim’in yanına gittim. Sıkıntılı bir dönemde bana büyük bir faydası olmuştu, ayrıca akraba sayılırdı. İbrahim Şahin’in bacanağıydı. İbrahim’le ayak üstü selamlaşıp hal hatır sorduktan sona, komşusu olan Seyit Latif’in dükkanına gittim.
Seyit Latif Hırbıhlıydı (Xirbê Alêtê), usta bir silah tamircisi olduğu herkesçe bilinirdi. Bir gece ay ile güneş arasına dünya girince ayın yüzü karardı. Ayın büyük bir canavar tarafından tutulduğuna inanılan günlerdi. Bütün Midyatlılar, elerine geçirdikleri ne kadar gürültü çıkarabilen eşya varsa damlara, sokaklara çıkıp canavarı kovmaya başladılar; kadınlar tenekeleri, çocuklar tava ve tencereleri çaldı. Silahı olan buyükler silahlarını aya doğrultup ateş etmeye başladı. Nasıl olduysa, Seyit Latif dayının silahı elinde patladı, birkaç parmağı koptu.
Beni görünce sevindi, kaldığım Alanya ile ilgili sorular sordu, sonra oğlu Rıfat'tan söz ettik, İzmir’de kaldığını söyledi. Durumu idare ediyormuş, iyiymiş.
Ondan sonra Yusuf Çelebi’lere gittim, evleri caminin arkasındaydı, Yusuf amca ile Halime yenge yalnız kalıyorlardı. Son dönemlerini yaşıyorlardı. Hacı Yusuf zor ayağa kalkıyordu, oldukça zayıflamıştı, çocuklarını sordum, Emin Belçika’daydı, Ramazan Almanya’da, Selim Hoca zaten öğretmenliğe devam ediyordu. Yalnızlığın, yaşlılığın başa bela olduğu günlerden geçtiğimizin en güzel kanıtı, bu yaşlı çiftti. Beklenildiği gibi, önce Hacı Yusuf vefat etti, ardından Halime yenge Zaz köyünde kızının yanındayken, her yaz damdan düşen binlerce insan gibi, damdan düşerek öldü.
Sonra Ahmet Namet’lere gittim. Ahmet dayı da zar zor ayağa kalkıyordu. Tor yöresinin sayılı ustalarındandı, nice evin duvarları ellerinin altında yükselmişti. O kadar hızlıydı kı, beş kişi ancak taş yetiştirirdi. İlk evliliğini Hori adında bir akrabamızla yapmıştı, kadın bir hemşireden daha hamaratlıydı, herkesin iğnesini yapardı. Hori hala vefat edince, Ahmet dayı ikinci kez evlendi. Ikinci eviliğinden de üç çocuğu olmuştu, Fatma Bursa'da bulunan üvey ablası Selime'lere gitmişti. Zeynep arada bir çocuk bakıcılığına gidiyordu. Hamza Iskenderun'daydı. İbrahim Diyarbakır’da ögretmenlik yapıyordu. Namet ilkokul ikiye gidiyordu. Bizim ihtiyarların ikinci evliliklerinde mutlaka torunlarından küçük çocukları olurdu.
"Ya anılar, geçmişe duyduğumuz özlem, onlar ne olacak?"
Ahmet dayıyı son bir kez selamladıktan sonra, caminin arkasındaki sokaktan yürüdüm. Birden Papaz Ado'ların avlusunun kapısında buldum kendimi, kapı sıkı sıkıya kapalı olduğu halde, Emira, Mustafa, Siham, Sevim, İhsan, Behiye yenge, Hediye, hiçbir zaman yıldızımızın barışmadığı Selim amcanın sesini duyarım umuduyla içeri kulak kabarttım. Kapı açılmadığı için, herkes yerinde duruyordu. Kapıyı çalsaydım, on iki yıl önce olduğu gibi, Mustafa’nın çocukları, beni karşılayacaklardı. Ihsan ile kesin memleket meseleleri üzerine konuşurduk. Insan sevince, sevenlerin hayali bile insanı mutlu edebilir. Emire’nin "Welatooooo"diyen sesi bugünkü gibi kulağımda. Birkaç dakikalığına geçmişi yeniden yaşamanın mutluluğuyla beklerken, birden kapı açıldı. Karşımda Papaz Ado, başında fötr şapkası, üstünde siyah papazlık elbisesi, elinde bastonuyla kapıda göründü.
- Kimi aramıştınız?
- Burada Mustafa Hoca vardı, Selim Batte.. onları soracaktım.
- On yılı aşkın bir zaman önce onlar buradan ayrılıp yurtdışına gittiler.
- Gittiklerini biliyorum, bende on yıl önceki hallerini görmeye gelmiştim, dedim.
Papaz şaşkın şaşkın yüzüme baktı, haç çıkarıp İsa'nın adını andı. Bir deliye bakar gibi, ihtiyar gözleriyle süzdü beni. Sonra deli olmadığıma kani olmalı ki, gülümsedi.
- Başlangıçta hiçbir şey yokken Rab vardı, sonra Rab ilk olarak zamanı yarattı. Rab önce zamanı yarattı, çünkü zamansız hiçbir şey olmuyordu. Rab'ın varoluşuyla yarattığı zamanın sürekliliği, Rab ile birlikte sonsuza kadar var olacaktır. Fakat zamanın içinde olanlar hep zamanın süreleri içinde kalacaklardır. On yıl önce burada kalan insanlar on yıl öncede kaldı.
- Ya anılar, geçmişe duyduğumuz özlem, onlar ne olacak?
Papaz bir süre düşündü, elleriyle benekli sakalını okşadı.
- Anılar, özlemler, mekan ve zamanın dışında Rab'ın katına bizimle çıkacak olan ruhun içindedirler. Ruhumuz bedenimizden ayrıldığında bile varlıkları bizimle olacaktır, dedi papaz.
- Bende Mizizah’lıyım, burada kalanlar akrabam olurdu.
- Başım gözüm üstüne geldiniz, istersen buyur içeri bak.
- Hayır, on yıl öncesini bulamıyacağıma göre, boşuna bakmıyayım.
- Maalesef bulamazsın, zamanın gazabı Rab’ın gazabından da şiddetlidir.
- Gideyim, on yıl önceki insanları anılarımızla birlikte bırakalım. Sizinle tanıştığımıza memnun oldum.
- Bende memnun oldum. Bu arada, o iyi insanları da iyilikle analım. Duyarsan, görürsen, konuşursan kendilerine benden selam söyle, dedi.
*Mecit Akgül’ün "Bana Bir Mektup Yaz’ adlı kitabından.